Raporun tamamına ulaşmak için tıklayın
Yayının İngilizcesine Ulaşmak İçin Tıklayın
İlk bakışta Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri, İsrail ve Avrupa’nın, İran’ın nükleer meselesine dair hedeflerinin çoğu, hatta belki de hepsi ortakmış gibi gözükmektedir. Herbiri İran’ın nükleer silah elde etmesini engellemekte kararlı olduklarını beyan etmiş, İslami Cumhuriyetinin gelişen balistik füze kapasitesine karşı koymaya yönelik teknolojilere yatırım yapmış ve bir şekilde İran’daki rejimle anlaşmazlık içinde olmuşlardır. Bununla beraber İran’ın nükleer programına verilecek yanıt hususunda aralarında da ciddi anlaşmazlıklar var olmaya devam etmektedir. Özellikle Türkiye, Batılı ortaklarına kıyasla çok daha farklı bir yaklaşım sergilemiştir. Ankara’daki karar vericiler, diplomatik yolları tercih edip gerek askeri müdahale gerek daha ağırlaştırılmış yaptırımları desteklemekten imtina etmişlerdir. Politikalardaki farklılıklar, İran’ın nükleer niyeti ve tehdidin aciliyeti konusundaki varsayımlar arasındaki farklılıklarla yakından alakalıdır. Birçok Batı ülkesi çoğu İran’ın gizlilik geçmişi ve eş zamanlı olarak balistik füze ve kitle imha silahı (KİS) kapasitesi geliştirmesini art niyetinin göstergeleri olarak görmektedirler. Türkiye, İran’ın nükleer programının şeffaflık eksikliği konusunda büyük oranda Batı’daki ortaklarıyla hemfikirdir, ancak İran’ın gerçek niyeti konusundaki varsayımlarında onlardan ayrılmaktadır. Tehdidin aciliyeti olmadığından, Ankara çabalarını diyalog kurmak ve çatışmayı engellemeye adamıştır. Bu strateji yüzünden Türkiye, bir yandan İran ile diğer yandan da İran’a yaptırımlar uygulayıp, diplomatik ödünler vermeye zorlama çabası içinde olan Batılı ortakları ile görüş ayrılığına düşmüştür.
Raporun tamamına ulaşmak için tıklayın
Yayının İngilizcesine Ulaşmak İçin Tıklayın