Kurtuluş Savaşımızın en önemli halkalarından birisi olan Büyük Taarruzu ve o kapsamda Zafer Haftasını idrak ettiğimiz ve coşkuyla kutladığımız bu günlerde Yunanistan’ın, geçmişte başta Birleşik Krallık olmak üzere bazı emperyalist ülkelerin desteğiyle bin yıllık Türk anayurdunu işgal girişiminin başarısızlık ve bozgunla sonuçlanmasının travmasını yüz yıldır üzerinden atamamış olduğu görülmektedir. Çünkü Yunanistan, sürekli olarak gerek arkasına aldığı Avrupa Birliği (AB) ülkeleriyle, gerekse ABD’nin desteğiyle çeşitli oldu-bittilerle Türkiye’ye karşı kazanımlar elde etmeye çalışmaktadır.
Bu oldu-bittilerin odağında elbette en önemli ihtilafın öznesi olan Adalar Denizi (Ege) yatmaktadır. Burada geçmişten beri sorunlu bulunan alanların, Türkiye tarafından her dönemde defaatle barışçıl yollarla görüşülerek çözülmesi tekliflerine Yunanistan her defasında mevcut ihtilafları zamana yaymak suretiyle çözümsüzlüğe bırakma yolunu seçmiştir. Öncelikli olarak; Yunanistan oldu-bittilere başvurarak Ege’de kendisinin haricinde hiçbir ülkenin onaylamadığı, fakat tüm kara parçalarının hava sahasının 10 deniz mili olduğu tezini ortaya atması ve bu konuda ısrarcı olması sorunların başlangıç noktalarından birisini oluşturmaktadır. Bu kapsamda Türk Hava Kuvvetleri uçaklarının (State Aircraft) anakara üzerinden Ege’ye çıkışlarında Yunanistan, gerek ileri hatta bulunan adalara konuşlandırdığı, gerekse ana kıtasındaki meydanlardan hava savunma uçakları ile önleme yapmakta ve Türk Hava Kuvvetleri’nin Ege’nin uluslararası hava sahasında belirlediği eğitim sahalarında planlı eğitimlerine engel olmaya çalışmaktadır. Yapılan bu engellemeler sonucu her iki tarafın uçakları “it dalaşı” (dogfight) olarak tabir ettiğimiz ortama sürüklenmektedirler. Elbette, hatırlanacağı üzere, geçmişte Yunanistan’ın bu şekildeki uygulamaları sonucunda, her iki taraf da bazı kayıplar vermiştir.
Bu uygulamalar geçmişte tüm kurumların koordinasyonundan geçerek ortaya çıkan Ege Direktifi dokümanı kapsamında her ay belirlenen bölgelerde eğitim ihtiyaçları doğrultusunda alçak veya yüksek irtifa eğitimleri olmak üzere gerçekleştirilmekte idi. Yaşanan elim olaylar sonucu uçak ve pilot kayıpları, denizde karşılıklı müdahaleler sonrası yapılan ikili görüşmeler ve oluşan ılımlı siyasi ortam neticesinde Güven Artırıcı Önlemler (GAÖ) konusu gündeme getirilerek Ege’de uygulanan bu faaliyetlerin belirli seviyelere indirilmesi hususları uygulanmaya başlandı. Bu kapsamda; özellikle iki ülkenin milli günlerinde, turizm mevsimi süresince, önemli üst düzey ziyaretlerde ve uluslararası toplantı ve faaliyetlerde Ege’de uçuşların azaltılması veya yapılmaması kabul edilerek bu yöndeki bir uygulama hayata geçirildi. Diğer yandan, bu yoldaki uygulama da Yunanistan tarafından çeşitli sudan gerekçelerle istismar edilmeye devam edildi. Hatta Yunanistan daha ileriye giderek, egemenliği tartışmalı kabul edilen ada, adacık ve kayalıklara üst düzey ziyaretler planlayarak üzerinde mutabık kalınan zemini bu ihtilaflı yerlere üst düzey ziyaretler icra ederek ihlal etmekten de geri durmadı.
Bu genel giriş sonrası esas vurgulamak istediğim konu, son günlerde medyada geniş yankı bulan ve tartışılan Yunan S-300’lerinin F-16 uçaklarımıza radar kilidi atması hususudur. Bilindiği üzere, S-300 yerden havaya hava savunma füze sistemi, 1997 yılında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından Rusya’dan tedarik edildi. Rumların en büyük hamileri Yunanistan’ın da desteği ile uluslararası hukuku hiçe sayma girişimlerinden birisi olan bu tedarik girişimi, Türkiye’nin şiddetli itirazı sonrası daha başlamadan biten bir sürece sahne oldu. Türkiye’nin yaptığı haklı itirazın uluslararası kamuoyunca da kabul görmesi sonucu bulunan orta yol, S-300’lerin Girit adasında bulunan NAMFİ NATO Füze Eğitim alanında bazı NATO tatbikatlarında eğitime katkı sunmak üzere kullanılması şartıyla depoda muhafaza edilmesiydi. Bu yöndeki uygulama uzun süre aksamadan devam etti.
Varılan anlaşma gereği Yunanistan, bu sistemi belirlenmiş koşullar altında Girit adasında depoda tutması gerekirken, 2013 yılında itibaren açık kaynaklara da yansıyan haberlerde gördüğümüz gibi, ilişkilerini geliştirdiği Körfez ülkelerinden Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve İsrail’le imzaladığı ikili askeri iş birliği anlaşmaları kapsamında farklı silahların denenmesi aşamasında kullanmaya başladı. Bunu da gizleme gereği duymadı. 24-25 Ağustos 2022 tarihlerinde Rodos adası civarında bir eğitim görevi icra etmekte olan, Yunanistan için kesinlikle bir tehdit oluşturmayan, Türk Hava Kuvvetleri muharip uçaklarına radar izlemesi ve takiben kilit atılması asla kabul edilemeyecek, düşmanca bir davranıştır.
Bu bağlamda Yunanistan’ın hiçbir şekilde kabul edilemez ve meşru olmayan bu düşmanca hareketine açıklık getirmek gerekir. Söz konusu eğitim görevi Türk Hava Kuvvetleri’nin eğitim ihtiyaçları doğrultusunda her yıl planlanıp belirtilen sahalarda icra edilmektedir. Bu eğitim görevlerine benzer şekilde planlanıp icra edilen NEXUS ACE tatbikatları da yukarıda belirtildiği şekilde eğitim ihtiyaçları kapsamında Türk Hava Kuvvetleri unsurları ile NATO AWACS uçağının katılımı ile karşılıklı çalışabilirliğin (inter-operability) bütün yönleriyle denenip, çeşitli taktik usullerin uygulanmasına dayanmaktadır. Tatbikata katılacak AWACS uçağı normal şartlarda görev için önceden Konya İleri Harekat Üssüne (FOB-Forward Operation Base) intikal ederek, tatbikata ilişkin bir gün önceden havada uygulanacak usuller ve kritik hususlar, tatbikatın planlama ve icrasından sorumlu görev liderleri katılımıyla gözden geçirilmekte ve tatbikat bu doğrultuda gerçekleştirilmektedir. Bazı durumlarda AWACS programında oluşabilecek yoğunluk sebebiyle söz konusu tatbikata direkt olarak ana AWACS üssü (MOB-Main Operation Base) olan Geilenkirchen-Almanya’dan da katılım sağlanmaktadır. Bu durum tatbikat için olumsuz bir sonuç oluşturmamaktadır. Tatbikat genellikle anakara üzerinde, Ege’de veya Akdeniz’in uluslararası hava sahasında daha önceden NOTAM (Notice for Airmen) yayımlanarak, belirlenen eğitim bölgelerinde icra edilmektedir. Bu yerleşik pratiğe rağmen özellikle Ege üzerinde belirlenen eğitim sahaları için tatbikat düzeni oluşturulması aşamasında veya ilk safhasında Yunanistan uçakları gayri hukuki bir şekilde belirlenen sahaya girerek eğitim görevini icra etmekte olan uçaklarımızın arasına girmek suretiyle önce yapılan faaliyeti engellemektedirler. Devamında da yaptığı taciz girişimleri sonucu meydana gelen karmaşa karşısında AWACS uçağı kolay yolu seçerek uçuş emniyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle tatbikat bölgesini derhal terk etmek yolunu seçmektedir. Bunun sonucunda büyük emekler verilip planlanan ve çeşitli intikallerle hazırlık yapılan tatbikat Yunanistan tarafından bilinçli olarak engellenmektedir. Yapılan bu hukuksuz engellemeler ve taciz girişimleri, gerek NATO nezdindeki Daimî Temsilciliğimiz gerekse Türk Askeri Temsilciliği Başkanlığı (TMR) kanalıyla NATO’da en üst seviyede dile getirilmektedir. Bu girişimlerden kısa vadede somut bir sonuç almak mümkün değildir.
Mevcut ihtilaflı durumu son eğitim görevi özelinde düşündüğümüzde, bunun Rodos adası güneyindeki uluslararası hava sahasında icra edilmesi sırasında Yunanistan’ın yaptığı gayrı meşru tacizler ve bunların sonrasında yaşanan “it dalaşı” gündeme oturmuştur. Bu hadisenin doğal olarak en dikkat çekici yönü ise, kendisine tehdit oluşturmadığı halde bölgede tatbikat görevi yapan Türk F-16 uçaklarına, Girit’teki S-300 sistemi tarafından öncelikle izleme, bunu takiben radar kilidi atılmasıdır. Bunun ne Türkiye ne de müttefikleri tarafından kabul edilemeyeceği açıktır. Ortaya çıkan ihtilafın, ikili çerçevede veya NATO bünyesinde herhangi bir şekilde geçiştirmek mümkün olmamalıdır. NATO, Türkiye tarafından kendisine iletilen teknik radar bilgilerini, F-16’ların kokpitinde kayıt yapma özelliğine sahip Radar İkaz Alıcısı (RWR) verilerini inceledikten sonra gereğini layıkıyla yapmalı, Yunanistan’ın sınırları aşan, tahammülü zorlayan hukuk dışı oldu-bittilerine seyirci kalmadığını göstermelidir.
Yunanistan’ın son bir yılı aşkın süre içinde aşırı silah tedariki, bölgede bizimle sorun yaşayan ülkelerle yapmış olduğu ikili askeri anlaşmalar, ülkesinin batısında diğer ilgili devletlerle anlaşarak karasularını 12 deniz miline çıkarması (İyon Denizi) ve kendisine bağlı lobileri seferber etmek suretiyle ABD’nin yoğun desteğini alması sanki Ege’de ciddi bir oldu-bittiye hazırlandığı izlenimini vermektedir. Türkiye bugüne kadar Yunanistan’la anlaşmaya vardığı GAÖ belgesine sadık kalmıştır. Buna karşılık Yunanistan konuyu devamlı olarak istismar etmiş ve bu belgedeki hususların uygulanmasında ayak sürüyerek, sürekli olarak krizi tırmandıracak hareketlere yönelmiştir.
Bütün bu olgular ışığında Türkiye Yunanistan’ın bu düşmanca tutumu karşısında tepkisiz kalmamalıdır. Bu konu başta iki ülkenin üyesi olduğu NATO olmak üzere uluslararası toplum nezdinde ısrarla izlenmeli, Yunanistan’ın hukuk dışı davranışları en geniş ölçüde sergilenmelidir. Türkiye diplomasiyi önceleyerek her platformda haklılığını belgelerle anlatmalı, Ege’yi önceden olduğu gibi daha yoğun ve sık kullanmalı, Yunanistan’ı peşinde koşmayı hayal ettiği herhangi bir fiili durum yaratmayı düşünmesine bile fırsat vermeyecek tatbikatlar gerçekleştirmek yoluyla üstlenmiş olduğu taahhütlere uygun davranmaya zorlamalıdır.
Yunanistan’ın gayrı hukuki şekilde savaş uçaklarımıza karşı S-300 radar kilidi atarak, satranç analojisi ile Türkiye’ye “vezir” dediği ve düşmanca tavır sergilediği açıktır. Bununla birlikte, söz konusu düşmanca tavra, siyasi-askeri imkanlar ile gerektiği gibi mukabele ederken, Türkiye’nin diplomatik hareket alanını genişletecek bir siyasa ortaya konulmasına da çalışılmalıdır. Detaylara geçmeden önce, sözünü ettiğimiz siyasanın iki temel sütununun iyi anlaşılmasında da yarar vardır. Öncelikle, içeride bir güvenlik krizi ile sıkışan Miçotakis Hükümeti’ne, Türkiye karşıtlığı üzerinden siyasi konsolidasyon imkanı tanınmaması önem arz etmektedir. İkincisi, itidalli bir tavır sergilemek suretiyle Ege Denizinde gereksiz bir çatışma ve tırmanmaya mahal verilmemesi önemlidir. Böyle bir yaklaşımın ise Türk Devleti’nin askeri kapasitesinden de destek alan kararlılığıyla birlikte sergilenmesine özen gösterilmelidir.
Gelinen durumda, Atina’nın hamlesine S-400’ün “stand-alone”bir SAM konfigürasyonuyla, Türkiye’nin batısında belirlenecek olan bir hava savunma mevziine depo düzeyinde konuşlandırılması suretiyle Yunan sistemlerinin kullanımına benzer bir uygulamanın hayata geçirilme seçeneği gündeme getirilmelidir. Böyle bir olasılığın ortaya konması suretiyle Türk Devleti’nin hava kuvvetlerine karşı S-300 radar kilidi provokasyonun kabul edilmezliğine ilişkin iradesinin başta ABD olmak üzere müttefiklere gösterilmesi ve Yunanistan’ın tırmandırma hamlesinin etkisiz kılınması mümkündür. Satranç analojisini yineleyecek olursak, böyle bir siyasa tercihi, Atina’nın irrasyonel ‘vezir’ hamlesine karşı akılcı zeminde “şah” denmesi anlamına gelecektir.
Öte yandan, S-400’lerin gündeme getirilmesi, ABD ile ikili bir soruna dönüşen meseleyi, ‘Türkiye ve Yunanistan arasında S-300 ve S-400 meselesi’ haline dönüştürerek, Türk diplomasisine bir çıkış yolu da sağlayabilir. Zira, Ege’de görev icra eden Türk Hava Kuvvetleri unsurlarına radar kilidi atılması sonrasında bu eylemde kullanılan Yunan S-300’lerinin depo seviyesinde tutulduğuna ilişkin gerekçelerin artık inandırıcılığını yitirmiş olduğu açıktır. İlgili somut verilerle durumu apaçık ortaya koyacak bir dosyanın hazırlanması gelinen durumda zaruridir. S-300 radar kilidi ile başlayan son gerilimin, ABD ile süregiden F-16V tedarik sürecini olumsuz etkilemeyecek şekilde lehimize hizmet edecek bir “fırsat penceresi”ne çevirme imkanları değerlendirilmelidir.