Bu raporumuzla, geçen yılkine benzer şekilde, 2023 yılı için uluslararası ilişkiler açısından önem taşıyan ve Türkiye’yi de yakından ilgilendiren konu başlıklarındaki eğilimleri analiz etmek suretiyle olası gelişmelere ilişkin geleceğe dönük olarak yaptığımız düşünce projeksiyonunu siz değerli okuyucularımızla paylaşacağız.
Her şeyden önce stratejik/sistemik rekabetin hüküm sürdüğü uluslararası ortamda bu rekabetin ana oyuncularının kendilerine diğerleri karşısında üstünlük sağlayacak şekilde bir konumlanmaya gittiklerini ve buna uygun hamleler peşinde olup, adımlar attıklarını belirtebiliriz. Rusya’nın Ukrayna’da başlattığı ve halen devam eden savaşın da aslında böyle bir stratejik rekabet perspektifinden değerlendirilmesi doğru olur. Rusya, aynı zamanda Avrupa güvenliğinin de temelini oluşturan kurallara dayalı uluslararası düzeninin vazgeçilmez ilkelerini kendine has çarpık bir tarih okumasıyla çiğnemekten kaçınmamıştır. Rusya’nın yarattığı bu açık tehdit karşısında Batı ülkelerinin aralarındaki birlik ve uyumu şu ana kadar büyük ölçüde sürdürebildikleri görülmekte. Sistemik rekabette özellikle ABD’nin dikkatini odakladığı Çin açısından duruma bakıldığında ise, her ne kadar bu ülkenin Rusya ile işbirliği sürse ve söylem düzeyinde aralarındaki dayanışma varlığını korusa da, Batı ülkelerini de içine alacak şekilde küresel düzeyde ekonomik çıkarlarını sekteye uğratacak adımlar atmaktan özenle kaçındığı görülmektedir.
Türkiye’nin şu ana kadar süregiden savaş karşısında dengeli bir politika izlediği tespitini yapmak mümkündür. Ancak uzun soluklu olacağı anlaşılan savaşın Türkiye bakımından da riskler barındırdığı görülmelidir. Bu bağlamda Orta Doğu ve Afrika bölgesindekiler başta olmak üzere bazı ülkelere benzer şekilde Türkiye, ABD ve AB’nin Rusya’ya yönelik ekonomik yaptırımlarına taraf değildir. Bu ise geçmişten beri sadece BM yaptırımlarını uygulamak konusundaki ilkesel tutumun devamı niteliğindedir. Hal böyle olmakla birlikte Türkiye’nin Rusya ile ekonomik ilişkilerini sürdürürken kendisine yönelik Batı kaynaklı baskının önümüzdeki dönemde artabileceği öngörüsünde bulunulabilir.
Bu raporumuzda küresel rekabetin başat güçlerinden biri olan ABD ile ilişkilerimiz farklı boyutlarıyla mercek altına alınırken, Rusya ile ilişkilerimiz de ikili boyutunun ötesinde Kafkaslar’daki gelişmeler dahil Karadeniz güvenliği ve Suriye’deki gelişmeler optiğinden de değerlendirilmektedir. Keza Türkiye’nin ne yazık ki yaklaşık son on yıl zarfında büyük irtifa kaybeden ve merkezinde katılım müzakerelerinin olduğu AB ile ilişkilerinin sağlıklı bir biçimde okunmasına ihtiyaç vardır. İlişkilerin halihazır salt “işlemsel” nitelikli bir çerçeveye hapsolunmasında her ne kadar son dönemde başta demokrasi, bireysel özgürlükler ve hukukun üstünlüğü alanındaki uygulamalarındaki geriye gidiş nedeniyle Türkiye’nin sorumluluğundan bahsedilebilirse de AB’nin de bu gerilemede sorumluluk sahibi olduğu gerçeğinin inkar edilmesine imkan bulunmamaktadır. AB açısından daha da bariz bir stratejik eksiklik, tam üyelik sürecine halel getirmeden karşılıklı menfaatlerin ilerletileceği işbirliği modellerinin Türkiye ile ikili sorunlarını AB gündemine taşıyan ülkelerin engellemeleri nedeniyle hayata geçirememiş olmasında görülmektedir. Tam da bu nedenle AB kendi yakın bölgesinde bile bir stratejik oyuncu olma özelliğine kavuşamamaktadır.
Bu raporumuzda sistemik rekabetin uç verdiği ve Türkiye’yi de yakından ilgilendiren bir coğrafya olan Balkanlar bölgesindeki önemli ve tehlikeler içeren gelişmelerin geleceğe dönük bir değerlendirmeye tabi tutulmasında da yarar görülmüştür.
Dünya ekonomileri halihazırda önemli bir stres testinden geçmektedirler. Ülkemizin kendisinden kaynaklanan hatalı politikalarının sonucu bir ekonomik sıkıntı halen farklı kesimleriyle toplumumuzun genelini olumsuz etkiliyor olsa da Türk ekonomisinin bu sıkıntılı tabloda makro ekonomik gelişmelerden de nasibini aldığı yadsınamaz. Dolayısıyla makro ekonomi analizimizin Türkiye açısından bu alandaki gidişatın daha iyi anlaşılmasına da katkı sağlayacağına inanmaktayız.
Ekonomi ve güvenlikle doğrudan bağlantılı bir alan olan savunma sanayinde ülkemizin son dönemdeki önemli hamlelerinin ise ayrı bir başlık altında ele alınmasında yarar görülmüştür. Uluslararası güvenlik ortamında kendisini bir tehdit ve aynı zamanda da bir kuvvet çarpanı olarak daha fazla hissettiren, kimi zaman oyun değiştirici özelliğiyle ön plana çıkan yenilikçi ve çığır açan teknolojilerin önemi her geçen gün daha fazla anlaşılmaktadır. Bu bağlamda inovasyonun teknolojik üstünlüğün korunmasındaki belirleyici özelliği stratejik rekabet ortamında savunma sanayi alanında kaydedilen gelişmeleri anlamlı hale getirmektedir. Öte yandan, Türkiye’nin mensubu olduğu ve silahların karşılıklı işlerliğinin (interoperability) öncelik taşıdığı NATO bünyesinde yürütülenler başta olmak üzere Batılı ülkeler arasında teknoloji bilgi birikimine de katkı sağlayan çok yönlü işbirliği çabaları içinde yer almanın önemi de hatırda bulundurulmalıdır.
Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerinin yapılacak olması Türkiye açısından 2023 yılını özel bir konuma taşımaktadır. Seçimlere gidilen süreçte ülkemizdeki gelişmelerin geleceğe dair bazı öngörülerle değerlendirilmesi de bu yılki raporumuzun farklı bir boyutunu oluşturmaktadır. Burada ülkemiz açısından hayati olan husus, gerek seçim kampanyası, gerek seçimler sırasındaki ve sonrasındaki gelişmelerin kuruluşunun 100. Yılını onurla ve kıvançla kutlayacağımız Cumhuriyetimizin demokrasi alanındaki kazanımlarının korunması ve bu alandaki eksikliklerimizin süratle giderilerek daha da güçlendirilmesi iradesinin ortaya konmasıdır. Stratejik rekabet ortamında demokratik ülkelerle otokratik rejimler arasındaki ayrışmanın giderek derinleşeceği bir süreçte bu amaç her zamankinden daha da büyük bir önem ve anlam ifade edecektir.
Bu düşüncelerle yeni yılınızı kutluyor, 2023’ün dünyaya ve ülkemize barış, huzur ve refah getirmesini diliyoruz.