Son dönemde Türk basınında, Türkiye’nin S-400’leri için ‘Yunanistan ‘S-300’leri & Girit modeli’ uygulanmasına yönelik haberler yer almıştır. İlk bakışta, iyi niyetli ve yapıcı bir diplomatik ara-çözüm gibi görülse de, Girit modeli, Türkiye – ABD ve daha da önemlisi Türkiye – Rusya ilişkilerinde kritik değişiklikler anlamına gelecektir.
- Öncelikle, kamuoyunda genelde yanlış anlaşıldığı üzere, ‘Girit Modeli’ kapsamında Yunanistan Silahlı Kuvvetleri envanterindeki S-300 stratejik SAM sistemleri, hangarda bekletilen, alındığı tarihten bugüne hiç kullanılmamış bir silah değildir. Yunanistan, daha önce Girit Adası’nda konuşlandırılan S-300’lere ilişkin, atışlı tatbikatlar da dahil olmak üzere çeşitli testler gerçekleştirmiştir. Daha da önemlisi, sözü edilen testler, NAMFI (NATO Missile Firing Installation) adı verilen, temeli 1960’larda atılan, NATO tarafından fonlanan ve faaliyetlerine ilişkin NATO Askeri Komitesi’nin, özellikle NATO dışı faaliyetler hususunda, son sözü söylediği askeri tesislerde gerçekleştirilmiştir. Özetle, Yunanistan’ın S-300 atışlı testleri, NATO stratejik çerçevesi dışına çıkmamıştır. Atina envanterindeki S-300’ler, ilk kez, 2013 yılında NAMFI’den ateşlenmiştir.
- Yunanistan Silahlı Kuvvetleri S-300’lerini, NATO dışı ikili tatbikatlarında da kullanmıştır. Bu hususta, İsrail örneği ön plana çıkmaktadır. Basına yansıyan ve Yunanistan Genelkurmayı tarafından resmi açıklamalar ile detaylandırılmayan haberler, 2015 yılında İsrail Hava Kuvvetleri’nin, özellikle Suriye ve İran gibi Rus-Sovyet hava savunma altyapısına sahip hasımlarına karşı kapasite geliştirmek amacıyla, Yunan S-300’lerinin radar yetenekleri üzerinde çeşitli denemeler yaptığını göstermektedir.
- Yukarıda aktarılan iki temel husus çerçevesinde, Türk Silahlı Kuvvetleri envanterinde bulunan S-400 stratejik SAM sistemi için ‘Girit modeli’, ilgili silah sisteminin ‘hangarda, operasyonel olmayan bir düzeyde tutulması’ fikrinin ötesine geçebilir. Bilhassa, Suriye’de S-400’lerin konuşlu olması, Rusya Federasyonu Batı Askeri Bölgesi’nde NATO’nun Doğu Kanadı’na muarız biçimde kurulmuş olan Rus hava savunma şemsiyesi, hatta Çin Halk Kurtuluş Ordusu’nun birkaç yıl önce envanterine S-400’lerin katılması; Türkiye ile ortak tatbikat yapabilecek, ABD başta olmak üzere, birçok ülkenin ‘dikkatini çekecektir’. Dolayısıyla, sorulması gereken kritik soru, Türk S-400’lerinin hangarda kalıp kalmayacağı değil, S-400’lerin, Türkiye’nin (özellikle de NATO) müttefikleri ile ortak tatbikatlarda kullanılıp kullanılamayacağıdır. Yine NAMFI örneğindeki gibi, Türk S-400 testlerinden elde edilen bulguların NATO ile ne şekilde paylaşılacağı da, ‘Girit modeli’ çerçevesinde gündeme gelebilecektir.
- S-400 alımına ilişkin koşullar, bu tip bir transferin doğası gereği, gizliliğini korumaktadır. Ancak, Moskova’nın, kritik Rus hedeflerini koruyan ve önümüzdeki on yıllarda envanterde kalacak olan S-400 stratejik SAM sisteminin – export versiyonunu da olsa – NATO tatbikatlarında görmek istemeyeceği açıktır. Unutulmamalıdır ki, ABD’nin F-35’e ilişkin kaygıları, Rusya bağlamında, S-400 için de geçerli olacaktır. Bu nedenle, Rus diplomasisinin, S-400 satışı yapılırken, ilgili hususları göz önünde bulundurduğu tahmin edilebilir.
- Yukarıda aktarılan siyasi-askeri çerçevenin dışında, askeri-teknolojik bağlam da kritiktir. Teknik açıdan, Türkiye’nin envanterine kattığı S-400 stratejik SAM sistemi ile Yunanistan envanterinde bulunan S-300’lerin ilk varyantlarından olan sistem arasında, hava ve füze savunma kabiliyeti açısından büyük farklar vardır. NATO kategorizasyonunda SA-10 Grumble olarak geçen Yunan S-300’leri, ailenin ilk varyantlarındandır ve orta-geç Sovyet teknolojisi ürünüdür. Modern Rus stratejik SAM sistemleri, S-400 (SA-21) ve S-300V4 (SA-23 türevleri) ise geç-dönem Sovyet teknolojisi ve Rus savunma eko-sisteminin modernizasyon çabaları sonucunda, algoritmaları, hedef setleri, kullandıkları yeni nesil füzelerin güdüm teknolojileri, hedef takip yetenekleri, ve harp başlığı dizaynları gibi hususlar ile Yunanistan’ın elinde bulunan kabiliyetten çok daha üstün çözümler sunmaktadır. Özetle, Türkiye’nin büyük bir bütçe ile edindiği sistem, açıkçası, ‘hangarda atıl tutulamayacak kadar’ ciddi bir silahtır. Yunanistan’ın elindeki S-300’ler ile kıyaslanması ise teknik olarak söz konusu değildir.
- Yunanistan ve Türkiye envanterindeki Rus stratejik hava savunma sistemlerinin siyasi arka planları da önem arz etmektedir. Bilindiği üzere, Yunanistan’ın sahip olduğu S-300’ler, esasen, 1990’lı yılların ikinci yarısında Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından alınması planlanan, ardından Türkiye’nin askeri-diplomatik baskısı sonucu Girit formülü ile ara çözüme giden bir alım sonucu bugüne gelmiştir. Öte yandan Türkiye, Kırım’ın Rusya tarafından yasadışı işgali ve Rus hibrit harp tehdidinin ilk kez yüksek sesle vurgulandığı NATO Galler Zirvesi (2014) sonrası dönemde S-400 alımı yapmıştır.
- Stratejik düzeyde, 1990’ların ortasındaki, 1. Rus-Çeçen Savaşı’nı fiilen kaybetmiş, silahlı kuvvetlerinin emir-komuta birliği ve disiplini ile siyasi istikrarı sorgulanan Yeltsin dönemi Rusyası ile; 2010’lu ve 2020’li yılların, Gürcistan ve Ukrayna işgallerini gerçekleştirmiş, Suriye’de savaşın kaderini değiştirmiş, Gerasimov & Şoygu liderliği ile askeri reform sürecini başarıyla sürdüren Putin dönemi Rusyası arasında, kapasite ve siyasi irade açısından uçurum bulunmaktadır. Yunanistan’ın S-300 alımına ilişkin konjonktür ile Türkiye’nin S-400 alımı sırasındaki konjonktür, birbirleri ile taban tabana zıttır.
- Günümüzde, NATO üyesi kimi devletlerin – Polonya envanterindeki S-200 stratejik SAM sistemleri ve Mig-29 savaş uçakları gibi – Sovyet-Rus silahlarına sahip olduğu doğrudur. Öte yandan, sözü edilen envanterlerin büyük bölümü, Soğuk Savaş dönemi ve hemen sonrasının ürünüdür. Diğer alımlar ise (örneğin, Macaristan’ın Rusya Federasyonundan genel maksat helikopteri alımı), kategorik olarak stratejik silah sistemi değildir. Kırım işgali sonrası S-400 düzeyinde bir stratejik silah sistemi alımı yapan tek NATO üyesi ülke Türkiye’dir. Ayrıca, Yunanistan, Rusya ile S-300 ya da başka bir stratejik silah sistemi hususunda ortak üretime yönelik bir irade de beyan etmemiştir. Dolayısıyla, S-400 alımına ilişkin ‘diplomatik ara-çözüm’ çabaları, S-400 alımının stratejik bağlamı ile uyumsuzluk göstermektedir.
- Bir NATO üyesi olmayan, ancak Batı ile, özellikle de ABD ile, yakın ilişkileri bulunan Suudi Arabistan’ın, Kral Salman’ın 2017 Moskova gezisi sırasında S-400’ler için bir mutabakat yaptığı bilinmektedir. Öte yandan, söz konusu alım, ilerleyen yıllarda gerçekleşmemiştir ve CAATSA yaptırımlarının bu hususta caydırıcı olduğu değerlendirilebilir. Türkiye’nin S-400 alımının, yeni ABD yönetimi nazarında, CAATSA rejiminin üçüncü ülkeler üzerindeki caydırıcılığına dair endişeler oluşturması da muhtemeldir.
Sonuç ve Siyasa Önerileri
- Kanımızca, bugüne dek Türkiye’nin geliştirdiği iki diplomatik argüman olan, a) NATO müttefiklerinden muadilleri temin edilemediği için Rus stratejik SAM sistemi alımı yapıldığı ve b) NATO üyesi diğer ülkelerin envanterlerindeki Sovyet-Rus sistemlerinin örnek gösterilmesi, siyasi-askeri zeminde pek de isabetli değildir. Zira, sözü edilen argümanların, olgusal düzeyde NATO başkentlerinde kabul görmesi zordur. Ayrıca, Avrupa Konsorsiyumu EUROSAM’ın Türk savunma sanayii ile geliştirdiği ortak üretim vizyonu ve ABD’nin 2018 yılı sonundaki geniş kapsamlı Patriot önerisi de, sözü edilen söylemde ısrar edilmesini anlamsızlaştırmaktadır.
- Bununla birlikte Türkiye’nin elinde, bazı NATO müttefikleri tarafından Suriye’den neşet eden balistik füze tehdidine karşı konuşlandırılan hava & füze savunma unsurlarının, PKK-YPG terör örgütüne ilişkin mülahazaların da dahil olduğu Suriye’deki anlaşmazlıklar sonucu çekilmesi gibi güçlü bir argüman bulunmaktadır. Esasen, PKK-YPG’ye ilişkin itirazlar nedeniyle, Suriye Arap Silahlı Kuvvetleri ve Baas rejimi kaynaklı balistik füze tehdidi, üstelik kimyasal harp ajanları boyutu ile devam ederken, NATO müttefiklerinin ileri-konuşlu unsurlarını Suriye siyasaları ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sınır ötesi harekatları ile ilişkilendirmeleri, Ankara’nın mutlaka vurgulaması gereken bir konudur. Türkiye’nin, NATO müttefiklerinden siyasi çalkantılardan bağışık bir garanti istemesi elzemdir. Nitekim, Rusya Federasyonu, Karabağ ve Libya gibi dosyalarda Türkiye ile ters düşse de, birçok müttefikin aksine bunu silah satışı portföyüne yansıtmamıştır. Türk Hükümeti’nin, NATO üyesi devletlerden benzer bir tavır talep etmesinde yarar görülmektedir.
- Daha da önemlisi, İran ve Suriye ve bir dönem Saddam Hüseyin’in Irak’ı ile sınır komşusu olan Türkiye’nin, tıpkı Estonya’nın ittifakın siber yeteneklerini vurguladığı bir alana dönüştürülmesi gibi, NATO müttefiklerinden füze savunma hususunda olağanüstü destek istemesi tabiidir. Kanımızca, Türkiye’nin hemen yanı başından kaynaklanan füze tehdidi, Batılı strateji çevrelerinde daha sık ve sistematik olarak vurgulanmalıdır. Sözü edilen hareket tarzını ise salt kamunun yürütmesi pratik ve modern bir yaklaşım değildir. F-35 ve S-400 meselesi hususunda gözlemlenen en büyük açık, Türkiye’nin, think-tank topluluğu alanında göze çarpmaktadır. 21. Yüzyılda savunma diplomasisi, dışişleri ve savunma bakanlıkları arası ilişkilerden çok daha fazlasını ifade etmektedir.
- Çalışmalarımız sonucu elimizdeki bulgular, iki kritik sonuca işaret etmektedir. Birincisi, S-400 konusu, özellikle yeni ABD yönetimi için bir müzakere ajandası değil, ikili ilişkilerin düzeltilmesi ve CAATSA yaptırımlarının derinleştirilmeden kaldırılması için bir ön-şarttır. İkincisi, ABD’deki birçok çevre, S-400 konusu çözülse dahi, Türkiye’nin F-35 Programı’na dönüşüne itiraz edecektir. Öte yandan, CAATSA yaptırımlarının daha da sertleştirilmesi riski, her zaman mevcuttur. Rusya’dan ikinci parti S-400’ün tedarik edilmesi ya da ortak üretim gibi bir vizyonun hayata geçirilmesi, kuşkusuz, çok daha sert bir yaptırım rejimini tetikleyebilir. Böyle bir yaptırım rejiminin Türkiye’nin Avrupa ile savunma ilişkilerinde yansımalarının olması ihtimali de dışlananamayacaktır.
- Halihazırda, S-400 meselesinde ideal, tüm tarafların kazandığı bir çözüm, en azından kısa vadede görünmemektedir. ‘Girit modelinin’ tüm yönleriyle uygulanması, ABD’ye S-400 konusunu ön-şart olmaktan çıkaran, yeni bir diplomatik çıkış fırsatı sunabilir. Öte yandan, ‘gerçek anlamda’ Girit modelinin S-400’lere teşmil edilmesi, Türk – Rus ilişkilerinde derin bir krizin tetiklenmesi anlamına da gelecektir.